
Ölüm-Ölümsüzlük

Ölümden sonraki ilk anlar bir rüya gibi midir acaba? Ağırlık yok, kalp atışı ve nefes yok, kopukluk ve farkındalık var sadece. Sesler belki perde arkasından, dini ve spiritüel inancına uygun aşina figürler, belki tanıdık yüzler. Zaman yok. Ya da bir rüyadan uyanmak gibi midir? Gerçek bir farkındalık, ışık, huzur, özgürlük… İşte çırılçıplak gidiyoruz sonuçta, hiçbir şeyin sahibi değiliz.
Öleceğini bilen tek canlı türü olarak ölümü anmadan, ölümü inkâr ederek, görmezden gelerek yaşamak, gerçekten ilginç bir paradoks. Oysa ölüm korkusu bastırıldığında, kılık değiştirmiş başka fobiler olarak; hastalık korkusu, kapalı alan korkusu, terkedilme veya kaybetme korkuları olarak yaşanıyor. Ya da sebebi belli olmayan anksiyeteler yaşıyorsak altında yatan asıl neden ölüm korkusu olabiliyor.
Thanatophobia, yani ölüm korkusu, yaşamda kalma içgüdüsü ile doğmuş canlılar olarak, bizim için varoluşsal bir dehşet diye düşünülebilir. Üstelik ölümden sonra ne olacağından emin olamamak, epistemolojik boyutta bilinmezlik korkusu, bir kontrol kaybı, boşluk, endişe ve çaresizlik yaratıyor olabilir. Yanı sıra, sevdiklerinden ayrılma, ardında bıraktığın her şeyden kopma ve belki hesap günü sendromu, hepsi de ürkütüyor olabilir.
Ölümle ilk yüzleştiğinde belki bir sevdiğini kaybettin, belki de biri gözünün önünde öldü. Çaresiz hissettin, için acıdı, yüreğin yandı, elbette hiç kolay değil, belki henüz erkendi, belki daha doyamamıştın, ancak; bu ilahi boyutta bir seçimdi, bir gereklilikti. Bu bir geçişti, kaybettiğin kişi bu alandaki evrimini tamamlayınca, bedenini bir kılıf gibi çıkardı ve ruh olarak başka bir boyuta göçtü.
‘Ölüm varsa sen yoksun, sen varsan ölüm yok’ diyor Epikuros. Ölüm bir son değil ve bir döngünün içi. İslam felsefesine göre beden ölür, ruh yaşamaya devam eder. Hristiyan filozoflarına göre ölüm sonsuza uzanan bir geçiş kapısı, yaşam bir sınavdır. Budizm felsefesi de ‘Yeniden doğuş vardır, reenkarnasyon, ve döngüden kurtulmanın yolu nirvanadır’ der. Heidegger’in dediği gibi sonuçta ‘Bizler ölüme doğru giden varlıklarız. Ölüm bir tabu olmamalı. Konuşmadıkça, gelmeyecekmiş gibi davrandıkça, onu anmadıkça, ondan kaçmış olmayız, hatta ertelemiş bile olmayız. Bu gerçekle yüzleşip, onu bağrımıza basmadıkça teslim olmadıkça bir gün geleceğine, sadece bastırmış oluruz, kurtulmuş olmayız.
Aslında neden çok korkarız ölümden biliyor musunuz? Yapmaya geldiklerimizi başaramamışızdır. Öğrenmemiz gerekenleri öğrenememiş, illüzyonda kaybolmuşuzdur. Para, kariyer, şöhret ve etiket gibi geçici hazların peşinde koşma tuzaklarına düşmüşüzdür. Sonuçta doğru, düzgün ve anlamlı bir hayatı olmayan insan ölümden korkar. Tıpkı kendi bilincinden kendi eksikliğinden korkmak gibi. Oysa ki; ölüm insanın kendi bilincinin aynası gibidir. Nasıl yaşadın, kimin hayatına dokundun, salih ameller yaptın mı? Bunlara bir bak bakalım. Çünkü nasıl yaşadıysan öyle öleceksin. Önemsiz işlerle uğraşmayı bırak, ölüm doğanın bir parçası. Marcus Aurelius’un dediği gibi ‘Ölümle yüzleşirsen korkundan özgürleşirsin.’
Jose Saramago’nun ‘Kopyalanmış Adam’ (O Homem Duplicado) ya da ‘Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş’ (As İntermitencias da Morte) gibi eserlerinde Ölümsüzlük teması farklı şekillerde ele alınır. Saramago ‘ölüm’ temasının korkunçluğunu ters yüz ederek, ölümsüzlüğü bir lanet olarak sunar. ‘Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş’ romanında : Bir gün ülkede kimse ölmemeye başlar. İlk başta durum ne kadar cazip gibi göründüyse de, zamanla yaşlılar, ağır hastalar ölmemeye başladığında, hastaneler ve huzurevleri dolup taştığında, ekonomi sarsıldığında, ölümsüzlük; toplum için tam bir felakete dönüşmüştür. Hem birey, hem toplum düzeyinde derin sorunlarla karşılaşılmıştır. Sonrasında ölüm bir mektup aracılığı ile geri döner, ancak artık, kimseye haber vermeden değil, yedi gün önceden bildirim göndererek gelmektedir. Bu da farklı bir krize yol açar. Sonuçta ölümün yokluğu hayatı tam bir felakete dönüştürmüştür.
O kadar çok takılıyız ki ölüme, bazen yaşamayı unutuyoruz. 3D bio yazıcılarla yapay organ üretip, organ yetmezliğini önlemeye çalışıyoruz. CRISPR teknolojisi ile yaşlanmaya neden olan genetik bozuklukları düzeltmeye çalışıyoruz. Beyni bilgisayara yüklemek ve bilinç aktarımı gibi transhümanist fikirleri tartışıyoruz. Ölüm sonrası vücudu dondurarak kriyonik saklama ile gelecekte hayata döndürme teknolojileri üzerine çalışmalar yapıyoruz.
Bilim, teknoloji ve transhümanizm aracılığı ile biyolojik olarak ölümsüzlüğü aramak yerine psikolojik, bilimsel ve kültürel açılardan eser bırakarak yaşamak, her anını anlamlı kılarak, etrafına sevgi, şefkat yayarak ve herkesin kalbine dokunarak yaşamak gerçek ölümsüzlük olabilir mi? Anlamlı ve üretken bir hayatı dolu dolu yaşasa insan, kendini sevse, kendi bilincine güvense, ölümün aslında nefes alırken yaşayamamak olduğunu bilse, ölümle barışmaz mı?
Ölüm korkusunu irdelemek, hayatı daha dolu dolu yaşamaya neden olur. Yaşam ölümün bilgisiyle derinleşir. Irvin Yalom da ölüm korkusunun yaşamın anlamını bulmamıza yardım ettiğini söyler. Gerçekten de sonuçta harca harca bitmez bir zamanın olsa elinin altında, yapacaklarını erteler, sevdiklerine zaman ayırmayı önemsemez, ideallerini gerçekleştirme peşinde koşmaz, doğruyu bulma konusunda acele etmez, ruhunu beslemeye niyet bile etmezsin. Sonsuz bir ömrün olsa; umutlar, hayaller, hedefler silikleşir, sevgi anlamsızlaşır, ilişkiler basitleşir. Sınırsız bir yaşam süresine sahip olmak, her alanda yoğun bir değersizlik getirir.
Nietzsche’nin dediği gibi ‘Olgunlaşan her şey ölmek ister’ oysa ki. Olgunlaştınsa evrimleştinse bilirsin zaten, hazır hissedersin vakti geldiğinde. Geriye dönüp baktığında pişmanlık değil de huzur hissedebiliyorsan, başını yastığa koyduğunda gönlünün ve vicdanının rahat olduğu bir yaşam sürüyorsan, ölüm senin için bir son değil tamamlanmış bir yolculuktur. Kendini cömertçe açıp hayatı kucaklayabildiysen eğer, ölüm senin bu hayattaki versiyonuna bir vedadır sadece.
İşte böyle, normalde düşünülenin tersine yaşamı ne kadar çok sevip, ne kadar çok tutunduysan, ne kadar derin bir bağ kurduysan onunla, ne kadar sevgiyi yaydıysan, ne kadar dolu dolu yaşadıysan, ölüm seni o kadar az korkutur. Ölmeden önce öldüysen zaten, ölüm sana, son nefeste bir yudum şerbet olur.
Sevgiyle kalın.