Skip links

Neydi Sevgi Gerçekten?

Konumuz sevgi olsun bugün, dedim.

Sevginin sözlük tanımı:

Canlıların birbirine veya bir şeye duydukları yakınlık hissi, ilgi, bağlılıktır. Peki sevmeye ve sevilmeye niye bu kadar çok ihtiyacımız var? Evrim teorisine göre sevgi, bizi birbirimize bağlıyor, grup içinde birlikte yaşamamızı, birbirimizi desteklememizi sağlıyor. Aksi takdirde homo sapiens olarak tek başımıza hayatta kalamazdık, birlikte olduğumuz için ve topluluk olarak yaşayabildiğimiz için hayatta kalabildik, bugünlere gelebildik. Doğanın bir mucizesi gibi bu nedenle insanlar doğdukları andan itibaren büyük bir sevme sevilme ihtiyacı hissediyorlar. Sevgi su gibi hava gibi ihtiyacımız olan temel beslenme kaynağımız. Örneğin yetimhanelerde anne sevgisinden yoksun büyümek çocuklarda bilişsel gerilik hatta hastalık ve ölümle sonuçlanıyor.

Amerikalı psikolog Harry Harlow’un 1960’larda maymunlarla ilgili yaptığı bir deney var yine bunu açıkça ortaya koyan. Bebek maymunlara iki tür anne yapılıyor. Biri teneke anne, içinde süt var ama soğuk sert. Diğeri havlu anne, süt yok ama sıcak bir kumaştan en azından. Bebek maymunlar önce karınlarını teneke annede doyurup sonra zamanlarının büyük çoğunluğunu bu kumaştan anneyle geçiriyorlar. Anne sıcaklığı ve şefkatinin yerini tutmasa da, sıcak temas bulmuş oluyorlar en azından. Kumaştan anne odadan çıkarıldığında bağırıyorlar, ağlıyorlar, güvensiz hissediyorlar ve etrafı bile keşfetmek istemiyorlar. Sonuç olarak da ne yazık ki, altı aylık olmadan ölüyorlar. Bu çalışma oldukça acıklı geliyor kulağa ancak; tüm diğer bilimsel deney ve çalışmalar gibi, sonrası için psikoloji alanına destek sağlamış ve yetimhaneler ve çocuk bakım merkezlerinin nasıl olması gerektiği ile düzenlemeler yapılmasını sağlamıştır.

Daha başka pek çok deney var sevgi üzerine yapılan. Masaru Emoto’nun su kristalleri ile yaptığı çok bilindik bir deney var bilirsiniz. Suya sevgi sözcükleri söyleniyor ve donduruluyor, ardından bu buz kristalleri mikroskop altında inceleniyor ve çok güzel şekiller ortaya çıktığı tespit ediliyor. Ya da tam tersi kötü sözler söylendiğinde de çirkin şekillere dönüşüyorlar. Bu deneyin ne kadar bilimsel olduğundan emin değilim ancak, suyun hafızası olduğuna inanıyorum yine de. Benzer bir deney pirinçle de yapılmış. Kavanozlara konan pirinçlere de böyle farklı sözler söyleniyor, üç kavanoza 30 gün boyunca 1. kavanoza kötü şeyler, 2. sine güzel şeyler söyleniyor. ‘Seni seviyorum, teşekkür ederim, ne kadar tatlısın’ gibi. Son kavanoza da yokmuş gibi davranılıyor. Sevgi sözcükleri söylenen kavanozdaki pirinçler, beyazlaşıyor, hoş bir koku veriyor, güzelleşiyor, pişince de daha lezzetli oluyor.. (Bu arada en kötü durumda kalanlar daima ilgisiz davranılanlar oluyor.)

Sevginin ne kadar büyük bir güç ve ihtiyaç olduğunu hepimiz biliyoruz ve inanıyoruz. Ancak  sevgiden söz ederken özellikle altını çizmek  istediğim şudur ki; insan önce kendini sevmelidir. Kendisini tanımalı, bilmeli ve kendisiyle uzlaşmalıdır. Kendisini gölge yönleriyle beraber olduğu gibi kabul edebilmelidir. Kendisini bu şekilde seven sayan ve kendi değerini bilen insanın sevgi potansiyeli gelişir. Ancak bu şekilde insan başka her şeyi ve herkesi de daha çok sevebilir. Kendini sevmek ego değildir, bencillik değildir.

Sevgi üzerine yazılmış sayısız roman ve şiir, çekilmiş film olmasına rağmen benim favorim ve hemen aklıma Türkan Şoray’ın filmi ‘Selvi Boylum, Al yazmalım.’ gelir. ‘Sevgi neydi? Emekti…’ der ya orada. Ne çok şey ifade eder aslında bu tanım. Sevginin davranışa yansıması farklı şekillerde olabiliyor. En güzeli tabii ki sevgi dolu gözlerle bakmak, güzel sözler söylemek, dokunmak, öpmek, zamanı paylaşmak, onunla ilgilenmek, onu düşünmek, onun için çaba sarf edebilmektir. Saygı duymak ve sabırlı olmak, onu anlamaya çalışmak, empati yapabilmek, onun işlerini kolaylaştırmak, onun yolunu açmak, onun mutluluğuna sevinebilmek… Ve daha buna benzer birçok tatlı olumlu duygu. Bazen de gerçekleri yüzüne söyleyebilmek, dost acı söyler türünden ancak kırmadan söylemek, insan sevdiğini üzmek istemez asla. Herkes farklı bir şekilde sever, Eskiden ailelerde şımarmasın diye çok fazla öpülmez sevilmezmiş çocuklar, bazen disipline sokmak için sert çıkışlar gerekebiliyor, sevgi daima tatlılıkla olmuyor, bazen onu sevdiğiniz için iyiliği için biraz onun sıkılması da gerekebiliyor tabii ki. Sevgiyi davranışa aktarma biçimleri çağdan çağa, kültürden kültüre bireyden bireye değişebiliyor.Yine de sonuçta sevgi deyince benim aklıma en çok emek geliyor. İçtenlik ve dürüstlük geliyor.  Sevmenin farklı şekilleri olduğu gibi, sevginin farklı türleri de var. Evlât sevgisi, sevgili, anne baba sevgisi, kardeş, evcil hayvan, arkadaş sevgisi, bilgi sevgisi gibi pek çok türü var. Hepsinin sevgisi beyin görüntüleme cihazlarına, orta beyinde, orbitofrontal kortekste ancak farklı şekillerde ve ebatlarda aktive olmuş şekilde yansıyor. Sevginin farklı türleri beynin farklı yerlerinde hissediliyor, o bölgelerde ve alanlarda hareketlilik ve aktivasyon beliriyor, görüntülenirken.

Sevgi, fiziksel olarak beyinde ve kalpte hissediliyor. Bazı nörotransmitterler de sevgiyi oluşturmak ve harekete geçirmek için iş başında oluyor. ‘En çok hangi hormonlar devrede oluyor?’ derseniz: Örneğin dopamin; ödül hormonu, ayrıca bağımlılık ve aşk hormonu olarak geçen ve aynı zamanda bizi aktivasyona geçiren nörotransmiterımızdır.

Beyin, diyor ki size; ben bu işi yada bunu sevdim, bir daha yapalım, bir daha yiyelim içelim, sarılalım, sevişelim her neyse hoşuna giden şey, bunu hep istiyor, sonunda bağımlılığa da dönüşebiliyor böylece. Sonuçta zevk, iyi hissetmek, özgüven, ruh halini yükseltmek adına işlevi olan nörotransmitter dopamin. O sizi yükselten her neyse bağımlısı olmadığınız sürece problem yok.

Bağımlı olduğunuzda biliyorsunuz, ne yazık ki belli bir orandan sonra herbir birimde zevk düşüyor, yani daha fazla almalısınız ki, doyuma ulaşabilesiniz. İşte sonra bağımlılık oluşmuş oluyor zaten. Hayatta her şey bir denge. Serotonin mutluluk hormonu olarak bilinir. Ruh hali düzenleyici, öğrenmekten alınan mutluluk, iştah seviyesi ve dengesi de bu hormonla düzenlenir.

Endorfin ise gerginliği azaltan, sakinleştiren, ağrıyı azaltan nörotransmiterimizdir.

Oksitosin dediğimizde ise diğerleri hep birlikte çalışıp bir dengede katkı sağlamış olsalar da, oksitosin doğrudan sevgi ve bağlılık nörotransmitterıdır. Dokunma, ses, koku gibi duyular ve güven duygusunu işler. İşte tüm bu fizyolojik süreçler bizim sevdiğimizde ve sevildiğimizde ve sevgi duygusunu yaşadığımız zamanlarda vücudumuzda hormonal olarak yaşanan süreçlerdir. Ancak tabii ki ne sadece hormonlar ne sadece organlar, vücut bir bütün olarak işler. 

Herkesin kendine has bir sevgi tanımı var. Karşındakini önemsemek, değer vermek, onun neye kırılabileceğini neye üzülebileceğini bilmek gerekir. Ya da onun nasıl mutlu olabileceğini bilmek ve buna uygun davranmaktır sevgi. Dokunmak, paylaşmak, empati yapabilmek, dayanışmaktır. Şifadır da sevgi, her hastalığa çare, her derde devadır. Sevgi öyle bir frekans oluşturur ki; stresinizi azaltır, dinginleşir sizi. İç huzurunu yakalar, doğayla uyumlu hissedersiniz. Böylelikle daha güzel şeyleri kendinize çekme şansınız olur.

Sevgi güvendir, dostluktur, bazen fedakârlıktır, bağlılıktır, şefkâttir, paylaşımdır. Hani yazılımda 0 ve 1 ler vardır temelde, tüm yazılımlar bu 0 ve 1 lerden oluşmuştur. Evrende de, kuantum fiziğinin temeli olan sicimler vardır, herkesi ve her şeyi zaman ve mekândan bağımsız birbirine bağlayan atom altı en küçük parçacıklar. Ben sevgi bağlarının da bu sicimler gibi canlı cansız, herkesi ve her şeyi  birbirine bağlayabileceğini düşünüyorum. En üstün sicim sevgi olabilir.

Sevgiyle kalın, bunu bir hoşçakal sözcüğü gibi düşünmeyin, gerçekten hep sevgiyle yaşayın.…