Skip links

El Alem Ne Der?

Bir hapishane vardır bilir misiniz? Kalıplarının demir parmaklıklarına, önyargıların zincirlerine kendimizi mahkûm ettiğimiz bir tabular hapishanesi. Size de aşina geldi mi? ‘El alem ne der?’ hapishanesi adı. Bize kendi benliğimizi unutturur. Her adımımızı ona göre atmak, her kararımızı ona göre almak zorunda hissederiz, hayatımızı buna göre şekillendiririz hatta tüm yakınlarımıza özellikle çocuklarımıza da bu nedenle baskı uygularız. Muhtemelen bize de böyle öğretilmiştir.

İlk doğduğumuzda annemizin bir parçası, bir uzantısı gibi hissederken, iki yaşına geldiğimizde fark ediveriririz başka bir varlık olduğumuzu. Kendimizi yeni keşfetmenin getirdiği coşkuyla, egomuzu son derece güçlü hissederiz. O dönem her şey ‘Ben’ ile başlar. İsteklerimiz, arzularımız, konforumuz rahatımız ön plandadır. Sonra ne olur da biz bu kendi-odaklılığımızı tam tersine döndürüveririz?

Öncelikle içine doğduğumuz ailede bizi yetiştiren anne babamızın, diğer insanların ne düşündüğüne çok önem verdiğini görmek oldukça sıkı bir kalıp oluşturur. Böyle büyütülmek de düşünce yapımızı şekillendirir. Hele de ebeveynlerimiz bizi büyütürken sevgilerini koşullara bağladılarsa, biz de sevilmek için başkalarının istedikleri gibi bireyler olma yolunda hızla ilerleriz.

Doğaldır ki bizler, sosyal birer varlık olarak onay almak, takdir görmek isteriz. Ancak etrafın değerlendirmelerini kendi duygu, düşünce ve hedeflerimizin önüne koyarsak  yaşam amacımızı ve kendimizi hiçe saymış oluruz. Oysa ki; onay alma ihtiyacı ile kendi özümüzün arzu ve istekleri arasında bir denge kurmamız gerekir. Kendimizi, etrafımızdaki diğer insanları ve dünyayı algılamak ve anlamlandırmak için küçüklükten itibaren geliştirdiğimiz şemaların farkına varmamız gerekir. Bu şemalar aslında bizim yaşamımızı kolaylaştıran yapılardır. Sonuçta daha önce yaşananlardan

öğrenmek ve her defasında yeniden bir kurgu yapmaya gerek duymadan hayatımızı kolaylıkla yönetebilmek adına yararlı olsalar da; şemalarımız bazen bizi yanlış kalıp ve yargıların içine hapsetmiş olabilir. Çözemediğimiz nedenini bilmediğimiz halde hayatta karşımıza çıkan durumlarda hep çocukluğumuzdan getirdiğimiz bu şemalara göre algı geliştiriyor ve tepkiler veriyor, yaşadığımız durumları da aynı şemalar çerçevesinde bazen de yanlış algılıyor olabiliriz. Başkaları odaklı yaşamanın altında tam da bu şemalar işliyor olabilir. Şemalar çoğunlukla yıkılması biraz güç ve katı örüntüler olsa da fark edildiğinde ve değiştirmeye niyet edildiğinde biraz gayretle ve çalışmayla aşılması mümkün olan yapılardır.

Akla gelen ilk şema, onay arayıcılık şeması olarak görülür. Bu şemaya göre bireye, çocukluğunda hep başkalarından geri dönüşlerin çok önemli olduğu benimsetilmiştir. Böylece çocuk, başkalarının beğenilerine gereğinden fazla önem atfetmeyi öğrenmiştir. Muhtemelen aile bireyleri de öyle yaşıyorlardır. ‘El alem ne der?’ diye bir kalıp vardır. Kimse de bilmez kimdir bu el alem. Çocuk gelip ‘Anne saçım güzel olmuş mu veya bu resmi güzel yapmış mıyım?’ diye sorduğunda ‘ Sen sevdin mi’, ‘ Sen ne düşünüyorsun?’ diye sormak gerekiyor. Çocuk böylece kendi hislerine odaklanmayı öğrenecek ve yetişkin olduğunda da kendisinin ne düşündüğünün ve hissettiğinin hem farkında olacak hem de önemini kavrayacak.

Diğer bir şema ise özdeğer eksikliğidir. Kişi kendi değerini başkalarından  aldığı takdir ve beğeni ile ölçer ve belirler. Başkalarının gözünde değerli olursa kendini değerli hisseder. Bu durumda başkalarının fikirleri ve düşünceleri hayatını yönlendirmeye başlar. Bizler sosyal varlıklarız, başkaları olmadan varlığımızı hissedemeyiz, ancak, başkasının bir sözüyle de dünya başımıza yıkılmamalı. Kendi değerimiz, başkalarının bizi alkışladığı kadar, övdüğü kadar, olmamalı. Başkalarının gözünden kendimizi değerlendirmemeliyiz.

Bir de oldukça önemli ve tetikleyici bir şema olan olumsuz temel inançlar şeması vardır. Kişi beceriksiz, yetersiz veya çirkin olduğuna inanabilir, ya da yeterince akıllı olmadığını düşünebilir. Bu kendi ile ilgili olumsuz temel inançlar başkalarının söylediklerini ve düşündüklerini daha değerli bulmasına ve inanmasına neden olur. Evet, eleştiriler, değerlendirmeler göz önüne alınmalıdır, ancak neticede kişi kendisini objektif olarak görebilmeli, yapılan yorumlarla da yıkılmamalıdır. Tek bir yorumla yerlere serilmeden, kendi duygu durumuyla baş edebilmelidir. Hangi çocukluk anısından ve şemasından dolayı tetiklendiğini, beceriksiz veya aptal hissettiğini bulabilirse, kendi çocukluğunu şifalandırabilir. Belki bir öğretmeni, belki anne ya da babası istemeden yanlış bir yorum yapıp, onu incitmiş ve bu özgüvensizliğe neden olmuş olabilirler. Bazen büyükler çocukları teşvik etmek ve onları geliştirmeye çalışmak adına, acımasızca eleştirilerde bulunabiliyorlar. Bir öğretmen öğrencisini daha güzel yazmaya özendirmek için ‘Bu ne kargacık burgacık bir yazı’ demiş olabilir. Bir baba çocuğuna ‘Sen niye bu kadar geç anlıyorsun?’ deyiverse, çocuk demoralize olup aptal gibi hissedebilir. Daha sonra da bu etiketleri kendine yapıştırır ve kendisi ile ilgili bu olumsuz duygular sürüp gidebilir, hatta kaderi haline bile gelebilir.

Hiçbir çocukluk mükemmel geçmez, çünkü biz bu üç boyutlu dünyaya öğrenmek için geliyoruz, gelişeceğiz, eksiklerimizi tamamlayacağız. Artık o çocuk değiliz, yirmili yaşlarda, otuzlu, kırklı belki ellili yaşlardayız. O günler geçti, bitti, hâlâ bir çocuk gibi çaresiz hissetmek yerine elinden geldiğince kendini iyileştirmek, şifalandırmak, gücünü eline almak için hiçbir engelimiz yok. Bana küçükken böyle davranıldı diye, ömrüm böyle geçmek zorunda değil. Artık suçu eski zamanlardaki travmalara atmanın bir yararı, bir anlamı yok.  

Ancak belki de başkaları ne der odaklı olmanın altında yatan en temel neden kişinin kendini tanımaması, ne istediğini bilmemesidir. Kendi istek ve duygularını fark edememek kendini hiçe saymaya ve neticede başkalarının hayatlarını yaşamaya başlamaya neden olur. Kendimize sormamız gereken ‘Ben kimim? Ne hissediyorum? Neden böyle hissediyorum? Yaşam amacım ne? Ne beni mutlu eder? Bu konuda neye inanıyorum?’ gibi sorular vardır. Bunların üzerinde düşünmemiz gerekir. ‘Başkaları ne der?’ den daha önemli sorulardır bunlar. Bizler kendi tutku, merak ve heyecanlarımızla, her birimiz apayrı yaşam öğretileri doğrultusunda bambaşka yaşam amaçlarını gerçekleştirmek için buradayız. Herkes bizi sevsin diye gelmedik. Kendimizi kimseye kanıtlamak zorunda değiliz. Korkmayın kendiniz olduğunuzda yalnız kalmazsınız. Bu kadar fedakârlık etmeye çırpınmaya gerek yok gerçekten. Kimseye kendinizi hırpalatmayın…Başkası ne derse desin… Kendinizden razı olun yeter.

Sevgiyle kalın