Skip links

Göç Psikolojisi: Gitmek mi zor kalmak mı?

Göç; biyo-psiko-sosyal bir yer değiştirme ve başlı başına bir psikoloji konusudur. Savaş, iç savaş, doğal afetler gibi nedenlerle zorunlu olarak, siyasal ve ekonomik nedenlerle mecbur kalınmış olarak ve daha pek çok çevresel faktör nedeniyle, göç gereklilik haline gelmiş olabilir. Farklı göç çeşitleri vardır: Kırsaldan kentlere iş bulma ümidiyle yapılan göçler vardır, ya da emekli olduktan sonra tam tersi, hayatın daha kolay aktığına inanılan küçük yerleşimlere doğru göç edilebilir. Eğitim veya iş nedeniyle, kalıcı veya geçici iç göçler olabilir. Başka ülkelere yapılan zorunlu ya da gönüllü dış göçler olabilir. Bu ikisinin arasında da ince bir çizgi vardır. Gönüllü olarak neden gitsin insan? Demek ki kendi vatanında rahatı kaçtı bir şekilde, iş bulamadı, aldığı parayla geçinemedi, umudu kalmadı, yabancılaştı, görülmedi, haksızlığa uğradı belki. Belki de sürekli devletin en tepesi tarafından hakarete uğradı, aşağılandı. Belki en doğal haklarını bile koruma imkânı olmadı. Kimse kolaylıkla kendi doğup büyüdüğü topraklardan, tüm anılarını, geçmişini, ailesini, her şeyini bırakıp da bir bilinmeyene doğru koşarak gitmek istemez.

 En acıklı göç türlerinden biri de; kendi ülkesinde, otoriteye karşı çıkmış ve düşüncelerinden dolayı suçlu sayılmış kişilerin, kendilerine yasa muafiyeti sağlamış olan bir ülkeye iltica etmeleridir. Bu kişilere mülteci denir. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde Balkanlarda mecburi olarak göçe zorlanan ve Anadolu’ya gelenlere de muhacir deniyor. Zorunlu göç ettirilmeye tehcir deniyor. Bazen bu zorunlu göç ettirilme iki ülke arasında karşılıklı yapılıyor. Buna mübadele deniyor. 1923 Yılında Türkiye ve Yunanistan arasında Lozan Barış Antlaşmasına ek olarak, din esası üzerine bir sözleşme yapılmış. Buna göre karşılıklı zorunlu göçe zorlanmış Türk ve Yunan halkı. 1915’de Ruslarla birlik olup Osmanlı’ya karşı savaştığı için Ermenilere de zorunlu göç, tehcir uygulanmıştı. Bu daha sonra bir şekilde manipülasyonla tüm dünyaya soykırım (genocid) olarak lanse edildi. Bugün tüm internet ve AI’da (Artificial Intelligence) bu olay böyle kayıtlı. Gücü elinde bulunduranlar tarihi de yazmış oluyorlar. Oysa ki; yapılan sadece zarar vermelerine engel olmak maksadıyla onları göçe zorlamaktı. Benim büyüklerimden dinlediğim buydu en azından. Eminim ki, sapla saman birbirine karışmış, orada da birçok adaletsizlikler yaşanmış ve bir kısım günahsız halk boş yere telef olmuştur. Bazen bugün yaşanan adaletsizliklerin, o günkü günahların bedeli olup olmadığını sorguluyorum.  Ancak bazen tamamen politikacıların, baskıcı rejimlerin, diktatörlerin devlet içinde bir kesimi dışlamalarından kaynaklı da zorunlu göçler olabiliyor. Tarih, zorla göç ettirilmiş insan topluluklarının örnekleri ile doludur. Ötekileştirilen, dil, din, renk, köken veya ırk gibi herhangi bir nedenden dolayı ayrıştırılan, kabul görmeyen bir grup halk göçe zorlanabilir. Bazen de bu dışlanan grup kendini göçe zorunlu hisseder.

 Çok karmaşıktır göçün psikolojisi, bazen ölüm gibidir, yas gibidir. Giden kişi, terk etmek zorunda kaldığı ülkeye dair, özlem, öfke, suçluluk karışımı duyguların iniş çıkışları ile dolar. Gittiği yerde de yabancılık, kültürel şok ve yalnızlık hissi ile dolacaktır. Belirsizliklerle dolu bir meçhule doğru yol almıştır. Adaletsizlikten, haksızlık ve hukuksuzluktan, kendini, kendi ülkesinde yabancı hisseden pek çok insan, çaresizlik içinde daha güvenli bir ortam arayışı ve bir umutla yola çıkmış olabilir. Sıkışmışlık ve tükenmişlik hissi ile içinde bulundukları ortamın özgürlüklerini kısıtlayıcı tehditlerine boyun eğmemek için çırpınırken, yaşadıkları stresle depresyona sürüklenebilirler. Sürekli güvensiz hissetmek, anksiyete bozukluklarına yol açabilir. Aidiyet duyguları zedelenmiş olabilir. İçine doğdukları ve büyüdükleri bu topraklarda bir yabancı gibi hissetmek, artık o vatana, o millete ait hissetmemelerine neden olabilir.

2024 Yılında yapılan ölçümlere göre; Türkiye’den yurt dışına yapılan göçlerde bir önceki yıla göre % 53 lük bir artış gözlenmiş. En fazla göç eden yaş aralığı ise 25-29. Bu göç eden gençler, genellikle daha rahat iş imkânlarına, yaşam şartlarına ve kariyer fırsatlarına ulaşabilecekleri; Almanya, Fransa, Hollanda ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkeleri tercih ediyor. Gittikleri ülkelerde karşılaştıkları ekonomik koşullar, sosyal uyum ve entegrasyon süreçleri değişiklik gösterse de bu gençler sonuçta vatanlarından, ailelerinden, konfor alanlarından çekip gitmekle bir seçim yapmış oluyorlar. Üstelik bu gençler son derece eğitimli, donanımlı, kalifiye çalışanlar kategorisinde, bunlar aslında birer beyin göçü. Kendileriyle birlikte ülkelerinin, kalkınma, medenileşme, ileri gitme, teknolojik ve endüstriyel anlamda gelişme olasılığını da beraberinde götürüyor. Ülkenin yarınlarını ve umutlarını da… Giden donanımlı gençlerimizin yerine, Suriye, Afganistan gibi ülkelerden Türkiye’ye göç edenleri de hesaba katarsak, ne denli büyük bir demografik yapı değişikliği içinde bulunduğumuz aşikârdır.

Türkiye’deki siyasi gerginlik, kutuplaşma ve özgürlük alanlarının her gün daha da daralması, sadece gençleri değil her yaştan kişiyi etkiliyor, bunaltıyor. Bir yaştan sonra yepyeni bir hayata uyum sağlamanın ne kadar zor olduğunu bilsek de, bizler bile ne yapabileceğimizi düşünüyoruz. Haksız, hukuksuz ve keyfi uygulamalar, demokratik olmadığına inandığımız bu ortam hepimizi usandırıyor. Bir bilinmeze doğru gitmeyi göze alacak kadar bunaltıyor bizleri.

Gerçekten de, göç; eğer ki canıgönülden bir seçim olarak yapılmadıysa, baş etmesi hiç kolay olmayan bir süreçtir. Hatta bilişsel ve psikolojik anlamda hazır bile olunsa, göç edilen ülkede bizi bekleyen büyük bir karmaşa vardır. Sevdiklerinden, toprağından, yurdundan kopup gittiğinde, krallar gibi karşılanmayacaksın. Dil bariyerini aşmış bile olsan, konfor alanından koptun gittin, sürekli bir kıyaslama halinde olacaksın. Etnik ayrımcılığa uğrama olasılığın var, üstelik bunu belki sadece sen değil, çoluğun çocuğun da yaşayacak. Zaten oldukça kırılgan bir döneminde olduğun halde kültürünle örtüşmeyen her yeni durumda daha derin bir yalnızlığa gömülebilir ve çaresizlik duyguları içinde kaybolabilirsin. İş konusunda ve ekonomik anlamda bir sorunun olmadığını bile varsaysak, endişelerin ve stresin kendi vatanında olduğundan çok daha fazla olacak. Eğer ki, dışlanıyorsan, reddedildiysen, ruhunda onulmaz yaralar açılacak. Özellikle çocuklarda reddedilme; beyinde fiziksel acıyı hisseden bir bölgeyi aktive ediyor ne yazık ki.

 Bu seçim yapıldıysa ya da yapılmak zorunda kalındıysa, giderken kendi değerlerinin ve önyargılarının farkında olarak gitmelidir. Göç edilen ülkeye uyum sağlamak için sosyal destek gruplarına dahil olunabilir. Endişe, şüphe ve karamsarlığı bırakıp, sanatsal ve sosyal aktivitelere dahil olmak daha akıllıca olacaktır. Belirsizliğin güvensizliği depreştirmesine izin vermemek, kıyaslamaları geride bırakmak, strateji belirlemek ve cesaretini kaybetmemek gereklidir.

Gittiğin ülkede yine kendi üç beş kişinle görüşüp o ülkeye adapte olmakta zorlandığında, ya da direndiğinde, kendini ayrıştırmış olursun. Asimile olup, her boyutu ile o kültüre adapte olduğunda ise belki psikolojik anlamda daha rahat ve güvende hissedebilirsin. Ancak bu kez de kendi kültüründen kopmuş olmanın verdiği huzursuzluk, köksüzlük hissi ve suçluluk duygusu yakanı bırakmayabilir.

Göç böyle bir şey işte. Bazen bir bavulla, bazen birkaç parça eşya ile, bazen her şeyini bırakarak yalınayak kaçarak çıkıp gittiğin vatanına bir daha dönemeyebilirsin. Arkanda bıraktıkların sadece toprağın, eşyaların, emeklerin, sevdiklerin değil, koskoca bir yaşamın, anıların, belki onurun, gururun her şeyin olabilir. Ve yıllar yıllar sonra, belki de torununun çocuğu, o ülkelere gidip senin izini arayacak, köklerinden ve senden arda kalan küçük bir işaret, bir anı, bir yaşanmışlık bulmaya çalışacak, gözlerinde yaş, kalbinde acı ile seni düşünecek… Bu göç travması ona epigenetik yollarla geçmiş olacak. DNA’larında ‘Ya yeniden vatansız kalırsam’ korkusu kayıtlı olacak. Senin yaşadığın acıyı kalbinde o da ömür boyu taşıyacak.

Göç böyle bir şey işte…

Sevgiyle kalın